Fitonsitler ve çok daha fazlası!

Antibiyotik büyüme destekleyicileri (AGP’ler) yasaklandığında, alternatifler hakkında çok sayıda soru gündeme geldi. Piyasa tarafından alternatif olarak probiyotikler, prebiyotikler, enzimler, orta zincirli yağ asitleri, uçucu yağlar ve fitobiyotikler dahil olmak üzere çeşitli çözümler ve bunların bileşimleri (eubiyotikler) sunuldu. Bu maddelerin bir kısmı hayvan beslemesinde başarıyla kullanılabilir. Fitobiyotik kaynağı olan şifalı otlar, çağlardan beri biliniyor ve tıbbi özellikleri hem tıpta hem de veterinerlik biliminde bugüne kadar kabul gördü.

Paulina Abramowicz-Pindor, PhD
Uygulama Birimi Müdürü
AdiFeed Sp. z o.o.

Gerçekliğin sadece bireysel bir bakış açısıyla algılandığı ifadesi herkesin bildiği bir gerçek olsa da, fitojenik karma yem üreticileri için bu gerçekten çok doğru bir durum. Yem alımı, vücut ağırlığı, yem dönüşüm oranı (FCR) ve azami hayvan sağlığı gibi konularla ilgileniyoruz ancak müşterimizin ne çiftçi ne de çiftçinin hayvanı olmadığını unutuyoruz. Bizim müşterimiz, en uzak planlarımızın da ötesinde bir yerlerde ve hiç ona ulaşmaya çalışmadık. Ancak bu müşteri, cüzdanını kullanarak kendi isteğiyle tercihler yapmaya ve sektörümüzü değiştirmeye devam ediyor. Bugün, bir müşterinin cüzdanından daha güçlü bir araç yoktur. Çok az zamanımız var ve bunu ya daha iyi FCR elde etmek üzere formülasyonlarımızı geliştirmek için kullanabiliriz ya da bir adım daha ileri gidebiliriz.

BUGÜNÜN VE YARININ YİYECEĞİ
Yiyeceklerin sadece besin olmadıkları açıktır. Daha iyi yiyecek daha iyi sağlık demektir. Sadece açlığını gideren ürünlerden bıkan bilinçli tüketiciler, hücresel düzeyde beslenme arıyor. Bu nedenle, geleneksel şekilde üretilen gıdaların pahasına, organik gıdaların, bitkisel ürünlerin ve hatta nutrasötik gıdalar dahil olmak üzere katma değeri olan gıdaların popülaritesi giderek artıyor. Üreticilerin çabalarına rağmen, yukarıda sıralanan gıda türlerinin hiçbiri, klimatologlar, çiftçiler, veteriner hekimler, hayvan hakları savunucuları, yem üreticileri ve müşteriler gibi çeşitli sosyal grupların çıkarlarını uzlaştıramıyor. Organik ürünlerin fiyatları hâlâ müşterileri kendinden uzak tutuyor ve üretim şekilleri piyasaya büyük ölçekte sunulmalarını engelliyor. Bununla birlikte, büyük süpermarketlerde veganlar veya vejetaryenler için sunulan çoğu ürünün etiketi, yüksek düzeyde işleme olduğunu gösteriyor; bu durum bu ürünlerin, tüketici sağlığı yarışında potansiyellerinden tam olarak yararlanılmasına imkan tanımıyor. Pazarda ayrıca böcek proteini ve “kültürlü et” denilen ürünler de bulunuyor. Ve her ne kadar tüketime yönelik böcek larvaları popüler bir karidesten çok farklı görünmese de böcek proteini, tüketicileri endişelendirmeye ve tiksinti uyandırmaya devam ediyor. Bununla birlikte, in vitro doku kültürü işlemi, küf veya bakteri gelişimini önlemek için kimyasal bileşiklerin kullanılmasını gerektirir. Gelecek tüketicinin neleri kabul edebileceğini gösterecek, ancak daha bugünden biliyoruz ki, her ne olursa olsun, gelecekteki üretimin, konvansiyonel üretimin yaptığı gibi çevreye çok fazla yük getirmemek için daha büyük ölçekte ve daha farklı bir şekilde olması gerekiyor.

Sürdürülebilir tarım ürünleri, zamanımıza yakışan bir çözüm: ekolojik gıdalar kadar pahalı değil, iklimi korumaya ve bilinçli kaynak kullanımı trendine uygun. Piyasada faaliyet gösteren bazı şirketler zaten bu yöne doğru gidiyor. Sürdürülebilir tarım ürünleri, hem meyve ve sebzeleri hem de et, süt veya yumurta gibi hayvansal ürünleri içeriyor. Üretim sürecinin kendisi ve ambalajlama süreci ile birlikte nihai ürünler; doğal çevre, insan ve hayvan refahı veya paketleme ve nakliye dahil olmak üzere gelecekteki atık bertarafı üzerindeki etkileri açısından değerlendiriliyor.

ŞEFFAFLIK
Christophe Pelletier, 2019 yılında Miami’de düzenlenen Amerika Yem Katkı Maddeleri Konferansı’nda zamanla azalmayan bir sorundan bahsetti. “Şeffaflık” terimi “yarı saydamlık” veya “netlik” olarak açıklanabilir; ancak yukarıdaki bağlamda en doğru açıklaması “dürüstlük” olacaktır. Üretici, ürününün hikayesi konusunda tamamen samimiyse, yani reklam yapmak yerine sunduğu sonuçlara ulaşmak için izlediği yolu açıklıyorsa, müşterilerden onay alma şansı vardır. Günümüz tüketicilerinin beklentisi budur. Az önce satın aldıkları etin kökenini bilmek istiyorlar. Nasıl üretildiği, yani hayvanın ne yediği, hangi koşullarda yaşadığı, refahın sağlanıp sağlanmadığı veya nihayet süpermarket rafına ulaşmak için “dünyanın yarısını” gezip gezmediği ile ilgileniyorlar. Tüketicinin sorularına net ve güvenilir yanıtlar verilirse, üretici ve temsil ettiği marka kendilerine duyulan güven ile ödüllendirilir. Bu değerler bugün paha biçilmezdir. Aldatılan müşteri, tatmin olmamış bir müşteridir ve bu memnuniyetsizlik genelleşir ve bazen mantıksız aşamalara ulaşır. Etiketlerde koruyucular için kullanılan gizemli “E” ifadesi aynı zamanda bir vitamin adıdır ve her ne kadar bu aşırı bir basitleştirme olsa da, her koruyucu tamamen “kötü” değildir.

Aynı durum “antibiyotiksiz” ifadesi için de geçerlidir. “Antibiyotiksiz” sloganı, ailesinin sağlığına önem veren potansiyel bir müşteri üzerinde güçlü bir mıknatıs görevi görebilir; ancak bu şeffaflık ilkesine uygun mudur? Bu aslında ne anlama geliyor? Bu slogan, hayvansal üretimde ara dönemin gözlemlendiği veya etteki antimikrobiyal kalıntılarla ilgili standartlara uyulduğu ya da üretimin hiçbir şekilde antibiyotik kullanılmadan (“asla ve asla ilkesi” olarak da bilinir) yapıldığı anlamına mı geliyor? Bir kez yanlış yönlendirilen bir müşteri, çoğu zaman tüm ürün segmentini reddedecektir.

Şeffaflık/dürüstlük… Günümüz tüketicilerinin bir gıda üreticisinden beklediği şey budur. Bununla birlikte, sebzelerin erken çürümelerini önlemek için antimikrobiyal ajanlarla müdahale edilmesi veya potansiyel bir hastalığı önlemek için sağlıklı hayvanların metafilaktik tedavisinde antibiyotik kullanılması alışılmadık bir durum değildir. Hayvanların sütten kesilme sürecini kolaylaştırmak için tıbbi yemlerin uzun süre kullanılması, hayvan ortamındaki stok fazlasını ve kıtlığı telafi etmek için antibiyotik kullanımı: Üreticinin bakış açısından, bu eylemler daha az kötüdür, ancak müşteriler için bu, üreticiye gösterilen bir kırmızı karttır. Yakın zamana kadar, finansal nedenlerden dolayı bir uzlaşma imkansızdı. Bugün ise bunun mümkün olduğunu ancak güç kullanılarak elde edilemeyeceğini biliyoruz.

“Her zaman daha fazla” felsefesi, “her zaman yeterli” felsefesi ile değiştirilmeli. Bu ilkeyi bugün uygulamak, yarın uygulamak zorunda kalmaktan daha iyidir. Yem endüstrisi bu dip noktasının ötesine geçmelidir.

YASAKLAR VE DÜZENLEMELER CÜZDANA KARŞI
Amerika Birleşik Devletleri’nde 2017 yılında restoranların sıralandığı bir rapor yayınlandı. Bu raporda kriterlerden biri de antimikrobiyal ajanların kullanım seviyesiydi. Rapor, DSÖ’nün yeni antimikrobiyal ajanlar listesi ve bunların potansiyel uygulamalarıyla ilgili yayınının bir sonucuydu. Programa katılım isteğe bağlıydı ve restoran sahipleri bağımsız bir komite tarafından kontrol edilen ve değerlendirilen hedeflerini kendileri açıkladılar. Politikalar, politikaların uygulanması (olası kayıp puanlar dahil) ve şeffaflık için verilen puanları da içeren sıralamada nihai puanlar 1 ile 100 arasında değişiyordu. Programda bir çok ünlü restoran da dahil olmak üzere çok sayıda katılımcı yer aldı. Programa katılımı asıl belirleyen etken ise, herhangi bir yasa veya düzenlemeden ziyade kamuoyunun baskısı oldu. Ortalama bir ABD vatandaşının çiftlik hayvanları veya bitki yetiştirme konusundaki bilgi düzeyini uzun uzadıya tartışmak mümkün; ancak Amerikalı tüketicilerin gıda ve gıda üretiminin kendilerinin ve ailelerinin sağlığı, gezegenin refahı ve hayvan refahı üzerindeki etkisine ilişkin farkındalığı giderek artıyor. Daha da önemlisi, bu, yemekle ilgili beklentilerinin restoran düzeyinde yerine getirilmesini sağlayabilir.

FİTONSİTLER, ÇİFTÇİLER VE DAHA AZ KÖTÜLÜK
Antibiyotik büyüme destekleyicileri (AGP’ler) yasaklandığında, alternatifler hakkında çok sayıda soru gündeme geldi. Piyasa tarafından alternatif olarak probiyotikler, prebiyotikler, enzimler, orta zincirli yağ asitleri, uçucu yağlar ve fitobiyotikler dahil olmak üzere çeşitli çözümler ve bunların bileşimleri (eubiyotikler) sunuldu. Bu maddelerin bir kısmı hayvan beslemesinde de başarıyla kullanılabilir. Fitobiyotik kaynağı olan şifalı otlar, çağlardan beri biliniyor ve tıbbi özellikleri hem tıpta hem de veterinerlik biliminde bugüne kadar kabul gördü. Fitonsitler, kormofitler tarafından üretilen ve salgılanan ikincil metabolitlerdir. Antibakteriyel, antiviral ve antifungal özelliklere sahiptirler. Fitonsitler, 1928–1930’da Rus bilim adamları Nilov, Tokin, Filatov ve Toropcev tarafından keşfedildi. Bu bilim adamları, hem evcil hayvan hem de vahşi hayvanlar tarafından tercih edilen çayırlarda, meralarda ve çorak arazilerde bulunan mera ve kaba bitkilerle ilgilendiler. Ancak otların, ot karışımlarının ve hatta ot özlerinin tek başına kullanımı günümüzde yetersiz kalmaktadır.

Günümüzde çiftçiler, yakın zamana kadar antibiyotik büyüme destekleyicileri ve antimikrobiyallerin kullanımını haklı çıkaran çok fazla sorunla yüzleşmek zorunda kalıyor. Söz konusu sorunlar arasında şunlar var:
• Besi amaçlı hayvanların kalitesi (ebeveyn sürüleri/sürüler, düşük bağışıklık);
• Biyogüvenlik (örneğin zararlılar), hayvan refahı ve hijyen;
• Hayvancılık yoğunluğu (yoğun çiftçilik, kısaltılmış temizlik aralıkları, yıl içinde çok sayıda döngü);
• Uygun profilaksi olmaması (aşılayıcılar, prebiyotikler, probiyotikler, antibiyotik alternatifleri);
• Bir çiftlikte sınırlı sayıda veteriner kontrolü yapılması nedeniyle geç tanı;
• Yeterli bir analiz numunesi (numune alma zamanı ve şekli, numune boyutu ve türü, numunenin taşınması);
• Yanlış tanı, antibiyogram, doz/tedavi süresi, son kullanma tarihi geçmiş ilaç, günlük gözlem yapılmamasından kaynaklanan yetersiz tedavi;
• Belirli hastalıkların izlenmesi (örn. mikotoksinler);
• Yanlış dengelenmiş besleme;
• Bilgi eksikliği ve farkındalığın düşük olması.

Bu sorunlardan bazıları bugün hâlâ birçok çiftlikte görülmektedir. Ayrıca, Salmonella ve Campylobacter ve periyodik olarak da kuş gribi sorunu var. Bir virüs hakkında pek bir şey yapılmadığı sürece endüstriyel hayvancılığın sorunları çözülebilir, ancak metafilaksi bir çözüm olamaz. En az yirmi yıl içinde, etkili, yeni keşfedilmiş/geliştirilmiş, antimikrobiyal özelliklere sahip, katı pazarlama kriterlerini karşılayan etkin maddelerin sayısının bir elin parmaklarını geçmediği gerçeği göz önüne alındığında, bunlar hayvan tedavisi için uygun olmayacaklardır.

28 Ocak 2022’de veteriner ilaçları ile ilgili 6/2019 Sayılı ve tıbbi yemlerle ilgili 4/2019 Sayılı Önergeler yürürlüğe girecek. Antibiyotikler hayvanlarda sadece bir veteriner hekim tarafından reçete edildiğinde kullanılabilir olacak ve sayıları sınırlı olacaktır. Hayvan tedavisi için şu anda kullanılmakta olan maddelerden bazıları, yalnızca reçeteyle satılan ilaçlar içinde bile olmayacak. Hayvan hastalığı riski yüksek olsa bile, metafilaktik ve profilaktik antibiyotik kullanımı önemli ölçüde kısıtlanacak. Sadece bir sınıf antimikrobiyal ajan içeren tıbbi yemlerin satın alınması, ancak veteriner hekim tarafından reçete edildiğinde mümkün olacak ve kullanım süreleri iki hafta ile sınırlandırılacak. Bu kemoterapötiklerin uygulaması (sadece satışları değil) tüm çiftlik hayvanı türlerinde ülke düzeyinde izlenecek (türlerin çoğu için tam kontrol 2024 yılına kadar uygulanacak). AB dışından gelen hayvansal ürünler de aynı kısıtlamalara tabi olacak. 2030 yılına kadar evcil hayvanların veteriner ilaçları bile tam olarak denetlenecek ve bu süre kesin bir zaman sınırı olacak. “Önlemek, tedavi etmekten daha iyidir” ilkesini dikkate alarak, ateş altındayken geri çekilmek yerine emri/yasağı önceden tahmin edip rakiplere karşı avantaja dönüştürmek daha iyi değil mi? Yarın rekabette geriye düşmemek için bugünden çalışmaya başlamak ve yeni standartları uygulamak daha iyi değil mi? Bugün hâlâ bir seçim yapabiliriz.

VETERİNER HEKİMLER VE ÇİFTÇİLER İÇİN ARAÇLAR
Antimikrobiyal ajanların kullanımındaki sınırlamalar, etkinliklerini korumak için gerekli. Hayvan yetiştiriciliğine sürdürülebilir yaklaşım, bugün her zamankinden daha değerlidir. Bu yaklaşım; veterinerlik, zootekni, biyoloji, botanik, kimya, farmakokinetik ve farmakodinamik gibi çeşitli bilim alanlarından gelen bilgileri birleştirmektedir. Uygun bitki seçimi, çok disiplinli bilgi ve deneyim gerektiren bir iştir. Bu iş, seçilen maddelerin sinerjistik etkisinin ve uyumsuzluklarının değerlendirilmesini içerir. Ayrıca, hayvan organizması üzerindeki etkisinin şekli ve küresel etkinin yanı sıra sağlıktan ve patojenik maddelere karşı dirençten sorumlu seçilmiş genlerin tanımı da nihai olarak araştırılmalıdır. Kromatografik, nanoteknolojik ve moleküler yöntemlerin dahil edilmesi, fitonsitler hakkındaki bilgilerin endüstriyel hayvansal üretim koşullarına göre kullanılmasına ve ayarlanmasına yardımcı oldu. Besinlerin sindirimi ve emilimi için çok önemli olan sindirim sistemi, bağırsak mikrobiyotası ve (günümüzde oldukça popüler bir slogan olan) bağırsak bütünlüğü üzerindeki etkileri, fitonsitlerin sahip olduğu avantajlardır. Seçilen maddelerin sinerjistik etkilerinden yararlanmak ve bunları metallerle kompleksleştirmek (oligodinamik etki), fitobiyotik ürünlerin formüle edilmesi sürecini yeni bir düzeye taşımıştır. Aktif maddelerin açıklanan içeriği, öngörülebilirlik ve ürünü gerektiği gibi tam olarak kullanma olasılığı anlamına gelir. Bu durum, fitonsitlerin etki mekanizmalarını daha iyi anlamak ve şeffaflık ilkesine uygun olarak hayvan yetiştiricilerinin ihtiyaçlarına uygun çözümler üretmek için bağımsız akademik merkezler ve enstitülerle işbirliği yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Hayvansal üretimin kârlılığını istikrarlı bir seviyede tutmak ve aynı zamanda gıda güvenliğini artırmak ve kalitesini iyileştirmek mümkün olsaydı ne olurdu? Peki ya hayvanların refahını, bağışıklığını ve sağlığını iyileştirmek ve aynı zamanda sera gazı emisyonunu azaltmak ve elde edilen ürünlerin raf ömrünü artırmak mümkün olsaydı? Sürdürülebilir hayvansal üretimin ilkeleri bunlar değil midir? Bu şekilde üretilen yiyecekler gelecek nesiller için daha fazla sağlık ve kaynakların korunması anlamına gelir. Ekolojik tarımın aksine, bu değişiklikler yerel değil küreseldir ve senaryolarının uygulanması mümkündür.

HEKTAR BAŞINA VE METREKARE BAŞINA
Tarım endüstrisinde bir devrimin yakın olduğundan şüphe yok; ancak bu devrim aynı zamanda tarımın algılanış biçimini de kapsayacaktır. Sürdürülebilirlik bilgi ve önemli hassasiyet gerektirir. Bir tüketici, ekolojik ürünle az da olsa kıyaslanabilir olan ancak %20 daha ucuz olan bir ürünü satın almaya meyillidir. Böyle bir fark/değişim için ödeme yapabilir. Peki bir tarım üreticisi böyle bir değişikliğin nasıl uygulanacağını biliyor mu? Gıda üreticileri, hektar başına mahsul verimi ve m2 başına et verimi açısından kârlı üretime ilişkin mevcut algının farkındadır. Ancak üreticiler hem tüketici hem de gezegen yararına uygulanan iyileştirmeler nedeniyle miktar kaybına uğradıklarında, böyle bir dönüşümün maliyetine maruz kalan sadece onlar olmaz. Sürdürülebilir tarımdan elde edilen kaynaklar için üreticilere daha fazla ödeme yapılmalıdır ve sadece politika uygulamanın maliyeti organik tarımdaki kadar yüksek değildir. Dahası, pazar araştırmalarının gösterdiği üzere, müşteriler bu tür ürünler için daha fazla ödemeye hazırdır. Bu, gıda pazar payının sadece %0,3 olduğu organik gıdalardan farklıdır ve bu pay, AB ortalamasından (gıda pazar payının %4’ü) kıyaslanamayacak kadar düşüktür. Sürdürülebilir gıda, çok yakında – çeşitli tahminlere göre – pazar payının % 40’ını oluşturabilecek şekilde on milyonlarca Euro değerine ulaşabilir. Bugün, doğrudan üreticiden ve genellikle çevrimiçi olarak satın alınan yerel gıdalara yönelik bir talep artışı olduğu gözlenmektedir. Halihazırda kısmen uygulanmakta olan AB’nin tarıma verdiği mali destek de bu taahhüdün ölçeğinin büyütülme sürecinde yardımcı olacaktır. “Yeşil Mutabakat” buna örnek teşkil edebilir. Bu yaklaşım, çevreyi sürdürülebilir tarım ve bunun gıda üretiminde uygulanması hakkında aktif bilgi arayışına doğru motive edecektir. Geriye kalan tek şey müşterinin bunu seçmesini sağlamaktır. Ancak, ortalama bir müşteri ürün etiketini incelemek için ortalama bir saniyeden fazla süre harcamadığı için bu hiç de kolay değildir. Ama bunun da bir yolu var. Örneğin, Fransa’da bir ürünün etiketinde, ev aletlerindeki enerji tüketimini gösteren harflere benzer şekilde, karbon ayak izini gösteren harfler bulunmaktadır: yani A’dan F’ye kadar. İlginç bir şekilde, bu ürün işaretleme biçiminin kullanıma sunulmasından hemen sonra, etiketinde “F” olan ürünler müşteriler arasında daha az popüler olduğu için raflardan kaybolmaya başladı. Bu durum kuşkusuz piyasanın karşı karşıya olduğu yeni bir müşteri bilinci düzeyidir.

BİR SAĞLIK = BİR GEZEGEN
Bugün dünya sadece beyanlara değil, geniş kapsamlı değişikliklere ihtiyaç duyuyor. Bunu haykıranlar ise doktorlar, klimatologlar, hayvan hakları savunucuları… Liste uzayıp gidiyor. Buna rağmen, bu grupların her biri yalnızca kendi ihtiyaçlarını görüyor. Konfor alanımızdan ayrılmaya istekli değiliz ve bu, herhangi bir radikal değişiklik için çok önemlidir. Bu konuya bütüncül yaklaşılması gerekiyor. Hepimizin iyiliği için sürdürülebilir olmayan ne varsa sona ermeli. “Her zaman daha fazla” felsefesi, “her zaman yeterli” felsefesi ile değiştirilmeli. Bu ilkeyi bugün uygulamak, yarın uygulamak zorunda kalmaktan daha iyidir. Yem endüstrisi bu dip noktasının ötesine geçmelidir.

İklimi şekillendiren bir veteriner hekim mi? Hayvan refahını etkileyen aile hekimi mi? Hastanelerde sepsis vakalarını azaltan bir kümes hayvanı üreticisi mi? CO₂ emisyonunu azaltan bir vegan mı? Antibiyotiklerin terapötik etkinliğini koruyarak, hayvanlar için tamamlayıcı yemler üreten bir şirket mi? Kesinlikle!
Referanslar yazardan temin edilebilir.