Sürdürülebilir hayvancılık

İnekler ve tavuklar için parmaklıklar ardındaki yaşamlarını kolaylaştıracak hiçbir şey yapılamaz mı? Araştırma bulguları bunun aksini kanıtlıyor, çünkü sadece hayvan yoğunluğunun azaltılması ve yemde fitojenik katkı maddelerinin kullanılması, hayvanların antibiyotiklerle tedavi edilmesi ihtiyacını azaltıyor ve ölüm oranlarını düşürerek büyüme oranlarının artmasını sağlıyor.

Paulina Abramowicz-Pindor, PhD
Bilimsel Direktör, Araştırma ve Geliştirme
AdiFeed Ltd.

Günümüzde sürdürülebilir kalkınma çok popüler bir konu. Tarımda, bunun anlamı ekonomik, sosyal ve çevresel unsurlar arasında doğru bir denge kurmaktır. Daha spesifik olarak, çevreye saygılı ve kaynakların özenle yönetildiği, gelecek nesillere miras bırakabileceğimiz şeylere zarar vermeyen bir denge… Çiftlik düzeyinde sürdürülebilir kalkınmada, her üç boyut da dikkate alınmalıdır. 21. yüzyılda küresel sürdürülebilirlik, biyosfer ve uygarlığın çevresel bir dengede karşılıklı olarak bir arada var olmasıyla ölçülmektedir. 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefinin tamamı Birleşmiş Milletler’in web sitesinde ayrıntılı olarak sunulmaktadır (Şekil 1) ve bunların çoğu hayvancılık da dahil olmak üzere doğrudan veya dolaylı olarak tarımla ilgilidir. Çiftçiliğin sera gazı emisyonları üzerindeki etkisi göz ardı edilemez (Şekil 2). Hala yapılması gereken çok şey olmasına rağmen, karbondioksit, nitröz oksit metan emisyonları ve bunların çeşitli hayvancılık sektörlerindeki payı ölçülebilmekte ve düzenli olarak raporlanmaktadır.

Şekil 1. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri

AB bu konuda oldukça kısıtlayıcı bir politika izlemektedir. Bununla birlikte, hayvansal proteine olan yüksek talep ve emisyonların azaltılmasına yönelik artan baskı, üretimin AB kısıtlamalarının geçerli olmadığı dünyanın başka bölgelerine kaymasıyla sonuçlanabilir. Bu risk, uygun mekanizmalar devreye sokulmadığı takdirde, dünya iklimi üzerindeki olumsuz etkilerin daha da artmasına yol açabilir.

Şekil 2. Suudi Arabistan, G20 ekonomileri arasında kişi başına Hindistan’dan altı kat daha fazla emisyon üretmektedir

21’İNCİ YÜZYILDA GIDA GÜVENLİĞİ
“İlginç zamanlarda yaşayasın” der bir Çin atasözü, ya da daha büyük olasılıkla bu bir bedduadır. Bugün, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik bir yılı aşkın süredir devam eden işgalinin ardından, Ukrayna’nın vatandaşlarına kesintisiz gıda tedarikini nasıl sağladığını merak etmek gerekiyor. Kentsel bölgelerdeki insanlar güçlü aile bağları ve kırsal kesimle olan geleneksel bağları sayesinde hayatta kalmayı başardı. Ayrıca, tarımsal üretimin yüksek oranda parçalanması ve çeşitlendirilmesi de yardımcı bir faktör oldu, zira bu durumda gıda bulmak daha kolaydı. Dolayısıyla, hayvancılık faaliyetlerinin merkezileştirilmesi ve yoğunlaştırılmasının kendi sınırları vardır ve bu durumda bunlar “gıda güvenliği” başlığı altına girmektedir. Ukrayna örneği, AB sınırlarının çok uzağında kalmasına rağmen halen çözülmemiş bir açlık sorununun bulunmasının önemini yeniden ortaya koymuştur. Her dört saniyede bir, genellikle beş yaşın altındaki bir çocuk olmak üzere, bir kişi açlıktan ölmektedir. Bunun, dünya nüfusunun ve dolayısıyla gıda talebinin artmasından tüketim alışkanlıklarındaki değişikliklere, gıda fiyatlarının yükselmesinden su kıtlığı yaşanan bölgelerin artmasına, iklim değişikliğinden biyoçeşitlilik kaybına ve gıda kaynaklarındaki kayıplardan çeşitli israflara kadar pek çok nedeni bulunmaktadır. Bununla birlikte, Birleşmiş Milletler verilerine göre dünya nüfusunun %40’ı geçimlerini tarımdan sağlamaktadır ve küresel gıda talebinin %80’i 500 milyon küçük, yağmur suyuna bağımlı çiftlik tarafından karşılanmaktadır. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, küçük ölçekli tarıma yatırım yapmak, en yoksul kesimler için gıda güvenliğini güçlendirmenin yanı sıra yerel pazarlara gıda tedarik etmenin de anahtarı gibi görünmektedir. Kesin olan bir şey varsa o da biyoçeşitliliğe ve daha parçalı tarıma erişimin, özellikle de teknolojiye çok bağımlı değilse, kriz durumlarında gerçekten işe yaradığıdır. Yukarıda anlatılanlar daha yoğun tarımın varlığıyla çelişmiyor çünkü her şeyde olduğu gibi burada da doğru dengeyi korumak faydalı olacaktır.

EN İYİ YATIRIM NEDİR?
Hayvancılık faaliyetlerinin karlılığı pek çok faktöre bağlıdır ve bunların başında yem maliyetleri gelir. Bunların yanı sıra hayvanlarla ilgilenme maliyetleri, veteriner bakım faturaları, elektrik ve su gibi ortam maliyetleri, bina ve ekipman amortismanı, vb. de söz konusudur. Geçmişte, kârlılık konusu, sadece küçük bir azınlığın uzun vadeli kârlar elde edebildiği, büyük çoğunluğun ise zarar ettiği, tabu niteliğinde bir konuydu. Bu gibi durumlarda, yatırımlar yerine ayakta kalmak en önemli öncelik haline gelmektedir. Tüm et sektörünü ilgilendiren asıl soru, etin katma değerinin ne olabileceği ve bu sayede üreticilerin mümkün olan en düşük maliyetle rekabet avantajı elde edip edemeyeceğidir. Et liderleri, özellikle de kanatlı hayvan yetiştiricileri, rekabet avantajlarını daha düşük üretim maliyetlerine dayanan daha düşük fiyatlardan elde etmektedir. Kanatlı hayvan pazarı, daha kısa üretim süreleri ve daha yüksek likiditesi sayesinde çok daha esnek bir yapıya sahipken, kırmızı et üretimi çok daha sabit bir yapıya sahiptir. Kuş gribi bile kanatlı hayvan üreticilerine, ASF’nin et üreticilerini etkileme oranına kıyasla, biraz daha nazik davranmış gibi görünmektedir. ASF’nin etkilediği et üreticileri, bu koşullarda, daha ucuz olan AB dışından et ithalatına karşı nasıl rekabet avantajı elde edilebilirler?

DÜNÜN VE BUGÜNÜN HAYVANCILIĞI
Geçtiğimiz birkaç on yılda üremedeki ilerlemeler tüm hayvancılığı önemli ölçüde yeniden şekillendirdi ve hatta hayvanların görünüşünü bile etkiledi. Ayrıca, yem verimliliği, büyüme oranları, et verimi, yetiştirme parametreleri ve hayatta kalma oranları neredeyse tüm hayvan türleri için önemli ölçüde iyileşti. Etlik piliçlerin besi süresi ya da ineklerin süt verimi artık biyolojik olarak uç noktalara ulaşmış gibi görünmektedir. Bununla birlikte, kitleleri beslemenin kaçınılmaz olarak bir bedeli olduğundan, endüstriyel hayvancılığın da bazı sonuçları ve kısıtlamaları vardır. Eskiden hayvanlar kırsalda yaşarken, şimdi şehir benzeri koşullarda yaşamaktadırlar. Zira tüm bu üst üste yığılmış ahırlara ve kümeslere başka ne ad verilebilir ki? Dahası, güneş ışığına erişimleri olmadığı gibi, otlaklardan yem veya ot yeme ya da beton zemin veya ızgaralar dışında herhangi bir şey üzerinde yürüme şansları da yok. Bu, çiftlik hayvanlarının günlük gerçekliğidir. Bu mudur yani? İnekler ve tavuklar için parmaklıklar ardındaki yaşamlarını kolaylaştıracak hiçbir şey yapılamaz mı? Araştırma bulguları bunun aksini kanıtlıyor, çünkü sadece sürü yoğunluğunun azaltılması ve yemde fitojenik katkı maddelerinin kullanılması, çiftlik hayvanlarının antibiyotiklerle tedavi edilmesi ihtiyacını azaltmakta ve ölüm oranlarını düşürerek büyüme oranlarının artmasını mümkün kılmaktadır. Bunun elbette hayvan refahı ve konforu üzerinde büyük bir olumlu etkisi vardır. Domuz yetiştirme kafeslerinin 2007 yılı itibariyle tamamen kaldırıldığı İsviçre’de yapılan bir araştırmanın da kanıtladığı gibi, dişi domuzların yavrularını ezmesine ilişkin endişelerin yersiz olduğu ortaya çıkmıştır. Daha fazla alan verildiğinde, dişi domuzlar daha fazla yavru, daha yüksek doğum ağırlığı ve daha yüksek sütten kesim ağırlığı ile yanıt vermektedir. Bu tür bir girişimin ekonomik başarısı (ya da başarısızlığı), tıpkı kafessiz yumurtalarda olduğu gibi, büyük olasılıkla tüketiciler ve onların cüzdanlarının satın alma gücü tarafından çözülecektir.

HAYVANSAL ÜRÜNLERİN ALGILANIŞI
Ortalama bir tüketicinin rafta sergilenen ürünlerden birini seçmesi bir saniyeden biraz fazla sürmektedir. Etiketi incelemek için bir saniye gerçekten yeterli mi? Dijital dünyanın insanları için resimli yazılar günümüzde bir zorunluluk. Ambalaj, ürünün kendisinden daha önemli hale geldi. Ambalajın içinde ne var? Gıda reklamları, çiftçiliği hem insanlar hem de hayvanlar için cennet gibi bir alan olarak gösterme konusunda yoğun bir rekabet içinde. Ancak süpermarketlerdeki tüm süt, et ve yumurtalar, popüler TV dizilerinde resmedilen çiftliklerden gelmiyor. Öte yandan, herhangi bir büyük şehrin merkezinden geçerken, hayvan haklarını savunan çeşitli STK’lar tarafından asılan reklam panolarıyla karşılaşmamak neredeyse imkânsızdır. Bu tür reklam panoları tüketicilerin rahatsız edici bulduğu görüntüler sunmaktadır. Kuşkusuz, bu görüntüler duygu yüklüdür, ancak gerçekleri de sunuyorlar mı? Hayvan hakları aktivistleri bazen gerçeküstü argümanlar kullansalar da acaba hepsi yanlış mı? Tüketiciler, hayatlarının önemli bir bölümünde, vücutlarını bile döndüremeden kafeslenen tavuklar hakkında bilgilendirilmektedir. Diğer hikayelerde kısırlaştırma, kuzuların kuyruklarının anestezi uygulanmadan kesilmesi, gagalarının kesilmesi, çiftlik hayvanları arasında yamyamlık gibi konulara değiniliyor. Son olarak, nakliye, hayvanların yüklenmesi ve boşaltılması, alan darlığı, dürtme aletlerinin kullanımı ve hayvanların bakıcıları tarafından genel olarak kötü muameleye maruz kalması gibi sorunlar bulunmaktadır. Hayvancılıkla ilgili sorunların inkâr edilmesi, tüketicilerin bu sorunları daha iyi anlamasına yardımcı olacak mı? Aslında böyle bir stratejinin hiç şansı yok çünkü daha meraklı ruhlar üreticilere ikinci bir şans vermektense tüm bir pazar segmentini reddetmeyi tercih edecektir. Her ne kadar tüm etlerin yenmesinin yasaklanmasını öneren biriyle tartışmaya girmek kolay olmasa da, bu konsepti bir kez daha düşünmek faydalı olabilir. Barselona’da düzenlenen Feedinfo Zirvesi’nde (Eylül 2022), Easy Jet’in eski pazarlama direktörü ve tarım sektörüne dışarıdan bakan Tony Anderson, havayolu endüstrisi ile hayvansal üretimin ortak yönlerinin çok fazla olduğunu ve benzer zorluklarla karşılaştıklarını söyledi. Kastettiği şey, COVID-19 salgınının hassas bir döneminde uygulanmakta olan çevre koruma ve ilgili emisyon kısıtlamaları konusunda kamuoyunun yüksek beklentileriydi. Her iki sektörün de çevresel etki açısından değiştirmesi gereken çok şey var. Hava taşımacılığı, halihazırda başarılanlarla övünüyor ve gelecek için planlar sunuyor. Et sektörü nasıl algılandığı konusunda aynı derecede sıkı çalışıyor mu? Gelecek için bir strateji geliştiriyor mu, yoksa gözlerini sorundan başka yöne mi çeviriyor?

ANTİBİYOTİKSİZ VE GDO’SUZ ET YETERLİ DEĞİL!
“Antibiyotiksiz et” tüketicilerin çok iyi bildiği bir slogan. Peki ya hayvan refahı? Hayvancılığın büyük ölçüde endüstriyelleştiği göz önüne alındığında, bir pirzolanın etik olarak tedarik edilmesi mümkün mü? Gerçekten bir artı değer düşünebilir miyiz, yoksa bu sadece bir pazarlama mı? Chipotle Mexican Grill zincirinin kurucusu Steve Ells, restoranlarında antibiyotik ve hormon içermeyen, insanca yetiştirilmiş hayvanların etinden yapılmış burritoları ilk sunanlardan biriydi. Ells bu fikri yaklaşık 20 yıl önce ortaya attı ve daha yüksek bir fiyata rağmen (yaklaşık 1 ABD doları) et burritolarının satışlarını iki katına çıkarmayı başardı. Elbette etiket üzerindeki ifade önemli, ancak daha da önemlisi sertifikasyon. Çünkü et üreticileri, hatta otla beslenen hayvanları yetiştirenler bile, çoğu zaman tüketicilerin bilgi eksikliğinden faydalanıyor: Sığırların çimenlerde otlaması ya da beslenmelerinin son aşamasında yeşil ot peletleriyle beslenmesi, tam tersi bir durum. Humane Farm Animal Care (HFAC) adlı bir STK, “sertifikalı insancıl yetiştirme ve işleme” programı etiketini yönetmektedir. Ayrıca, tüketicileri hayvan refahı konusunda eğiten ve hayvan refahını garanti eden ürünleri seçmelerine yardımcı olan birçok STK bulunmaktadır. Kanadalı bir kuruluş olan BC SPCA, web sitesinde (https://spca.bc.ca/) çeşitli işaretler hakkında net bir açıklama sunmaktadır. Bu durumda katma değer şudur: kafessiz, kısıtlamasız, doğum kısıtlamasız, zenginleştirilmiş bir ortam, hayvanların doğal davranışlarını ifade etme imkanı ve tüm üretim sürecinin şeffaflığı. Kuruluş, sertifikalarla desteklenen ve bağımsız denetimlerle doğrulanan çeşitli etiketler sunmaktadır (Şekil 3).

Şekil 3. Piyasada bulunan sertifika örnekleri

Yemek pişirme web sitesi https://www.allrecipes.com, tüketicilerin daha yüksek düzeyde hayvan refahı sağlayan sürdürülebilir çiftliklerden et tedarik etmelerine yardımcı olmak için yeni başlayanlar için kılavuzlar sunmaktadır. Tüketicilere güvenilir bilgi sağlamanın yanı sıra tüm tedarik zincirini takip etmek, “çiftlikten sofraya” stratejisinin bir parçasıdır ve bunu hayvan refahını da kapsayacak şekilde genişletmek iyi olacaktır. Bu fikir batı ekonomilerinde ortaya çıkmıştır ve yoğun çiftçilik modeline bir alternatif sunmaktadır. Çiftlikler bunun yerine entegre, organik ve hassas tarım fikrinden yola çıkarak rejeneratif tarım ilkelerine göre faaliyet göstermektedir. Bu çiftliklerden birinin adı “Lubuskie Angusowo” (Polonya’nın kuzeyinde yer alıyor) ve sahibi hayvancılık modelini şu şekilde özetliyor: “sadece tek bir kötü andan oluşan tamamen iyi bir hayata sahip olmak”. “Kötü an”, besili hayvanın, aynı sürüden birkaç tanesinin daha bulunduğu bir ortamda, avcı minberinden kafasına sıkılan bir kurşunla öldürüldüğü andır. Gruptaki diğer hayvanların tepkisi hafif bir kıpırdanma olur ve ardından sığırlar bulundukları yerden çıkarılır. Ardından özel bir araç gelir (bir tür mobil mezbaha) ve burada hayvanın kanı tamamen akıtılır. Yasa gereği, kesimden sonra bir hayvanın iki saat içinde işlenmek üzere gönderilmesi gerekmektedir. Merada kesim, ancak uygun bir sertifika alındıktan sonra mümkündür. Eksik olan tek şey, tüketicilerin satın aldıkları ürünü kolayca tanımlayabilmeleri için bir QR kodudur.

NE YEDİĞİMİ GERÇEKTEN BİLİYOR MUYUM?
Günümüzde kamuoyu, nesnel gerçeklerden ziyade artan bir şekilde duygular tarafından yönlendirilmektedir. Geleneksel ürünlerden farklı olan katma değerli ürün pazarı yükseliştedir. Tüketiciler giderek daha fazla sağlıklı ve lezzetli, antibiyotik kullanılmadan yetiştirilmiş, parasının karşılığını veren ve yüksek etik standartları karşılayan gıdalar aramaktadır. Piyasa, ya zorlukların üstesinden gelerek talepleri karşılayabilir ya da “bu hep böyleydi” diyerek görmezden gelebilir. Ancak tüm bunlar artık eylemsizliği haklı çıkarmayacak ve kamuoyunu kesinlikle ikna etmeyecektir. Bilimsel araştırmaların da gösterdiği gibi, değişim sadece mümkün ve çevre için faydalı değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal olarak da çiftçiler için uygulanabilir. Peki ya tüketiciler? Bir kişi günde üç ila beş öğün arasında et bazlı yemek yiyebilir ve yine de sağlığına iyi baktığını iddia edebilir mi? Kulağa klişe gibi gelebilir ama neden nicelikten niteliğe geçmeyelim? Bu gerçekleştiğinde, (zaten endüstriyel olarak üretilenden daha lezzetli ve daha kaliteli olduğu kanıtlanmış olan) gıdaların düzgün bir şekilde etiketlenmesi faydalı olacaktır. Her ne kadar gıda satın alma kararları büyük ölçüde cüzdanların zenginliğinden etkileniyor olsa da, ucuz etin bedelini ne çevre ne de hayvanların kendileri ödemelidir.

Hayvan bir eşya değildir. Bu nedenle herhangi bir domuz, inek, koyun ya da tavuk her zaman kendisinden üretilen pirzoladan daha önemli görülmelidir.

Refaha duyarlı tüketicilere yönelik et ürünlerinin zamanı geldi!