Yeni yapılan uluslararası bir araştırma, endüstriyel hayvancılığın iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybı üzerindeki etkilerinin çoğu zaman olduğundan az değerlendirildiğini ortaya koyuyor.

Animals dergisinde yayımlanan yeni bir araştırma, endüstriyel hayvancılığın hem iklim krizini hem de biyoçeşitlilik kaybını derinden etkilediğini ancak genellikle yeterince dikkate alınmayan bir etken olduğunu vurguluyor. “Kaybolan Hedef: Endüstriyel Hayvancılık Neden İklim Gündeminin Merkezinde Olmalı” başlıklı analiz, 47 uluslararası çalışmanın verilerini sentezleyerek, küresel iklim hedeflerine ulaşmak için hayvancılık üretiminin azaltılması ve bitki bazlı gıda sistemlerinin benimsenmesinin zorunlu olduğunu savunuyor.
ARAŞTIRMA İLE İLGİLİ ÖNEMLİ BULGULAR
Küresel araştırmalara göre hayvancılık, yıllık toplam sera gazı emisyonlarının %12 ila %20’sine katkıda bulunuyor. Bazı geniş kapsamlı analizlerde bu oranın daha yüksek hesaplandığı (özellikle ormansızlaşma, dip trol avcılığı ve belirli atmosferik kirleticilerin soğutma etkilerinin de dahil edildiği modellerde), toplam iklim etkisinin %50’yi aşabildiği belirtiliyor.
Araştırmaya göre hayvansal üretim, küresel tarım arazilerinin %80’inden fazlasını kullanırken, dünya genelinde tüketilen kalorilerin yalnızca %18’ini ve proteinin ise %37’sini karşılıyor. Bu durum, özellikle hızla büyüyen nüfusun gelecekteki gıda güvenliği açısından sorgulanıyor. Diğer gıda kaynaklı çevresel etkiler arasında hayvancılığın, ötrofikasyonun %50’sine ve toprak asitleşmesinin %32’sine neden olduğu belirtiliyor.
Hızla gelişen bölgelerde, özellikle de yükselen ekonomilerde, mevcut üretim eğilimlerinin devam etmesi halinde hayvancılıktan kaynaklanan emisyonların keskin bir artış sergilemesi bekleniyor. Biyoçeşitlilik üzerine yapılan araştırmalar, et ağırlıklı beslenme biçimlerinin, bitki bazlı diyetlere kıyasla üç ila dört kat daha fazla biyoçeşitlilik kaybına neden olabileceğini ortaya koyuyor.
BİTKİ BAZLI DÖNÜŞÜMÜN ÖNEMİ
Analiz, beslenme biçiminde değişimin çevresel sonuçlarını değerlendiriyor. Araştırmaya göre, bitki ağırlıklı beslenme modeline geçiş, sera gazı emisyonlarını önemli ölçüde azaltabilir, ormanlar ve tatlı su sistemleri üzerindeki baskıyı hafifletebilir ve yem bitkileri ile hayvansal atıklardan kaynaklanan besin kirliliğini azaltabilir. Bu dönüşüm yalnızca iklim üzerindeki etkileri hafifletmekle kalmayacak, aynı zamanda ekosistemlerin onarılmasına ve yaban hayatının korunmasına da katkı sağlayacak.
POLİTİKA YAPICILAR İÇİN SONUÇLAR
Araştırmacılar, küresel iklim çerçevelerinin (iklim zirveleri ve Paris Anlaşması kapsamındaki ulusal planlar dahil) hayvansal ürün üretimini ve tüketimini azaltmaya yönelik açık hedefleri içermesi gerektiğini vurguluyor. Bu sektöre müdahale edilmeden, küresel ısınmayı 2°C’nin oldukça altında (hatta 1,5°C hedefinde) tutma şansının ciddi şekilde tehlikeye gireceği iddia ediliyor.
Analiz ayrıca, etkili ve adil çözümlerin bölgesel koşulları da dikkate alması gerektiğini vurguluyor. Gelişmekte olan ekonomilerde, beslenme dönüşümleri gıda güvenliği, kültürel tercih ve çiftçiler için adil geçim koşullarıyla uyumlu olmalıdır.
GIDA VE İKLİM İÇİN BİR DÖNÜM NOKTASI
Söz konusu araştırmanın lideri Jenny L. Mace, şunları dile getiriyor: “COP30 gibi kilit iklim ve çevre politikası etkinliklerinde hayvancılığa daha fazla dikkat çekmenin zamanı çoktan geldi. Hayvansal tarımda ciddi bir küçülme olmadan iklim ve sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmak son derece zor olacaktır.”
Ortak yazar, Prof. Dr. Andrew Knight ise “Endüstriyel hayvancılık, küresel iklim politikalarının kritik bir kör noktasıdır” diyor ve ekliyor: “Ancak gıda sistemi reformunu, özellikle de hayvansal gıdaların azaltılmasını, iklim eyleminin merkezine yerleştirmek hem insanlar hem de gezegen için muazzam faydalar sağlayabilir.”
Ortak yazar ve Sinergia Animal temsilcisi Fernanda Vieira da konuyla ilgili şunları dile getiriyor: “Endüstriyel ölçekli çiftlikler, biyoçeşitlilik kaybı, ormansızlaşma, iklim değişikliği ve zoonotik hastalıkların ortaya çıkmasının temel itici gücüdür. Bu birbirine bağlı sorunlarla yüzleşmezsek, iklim, sağlık ve sürdürülebilirlik hedeflerimize yönelik anlamlı ilerleme olasılığı uzak bir hayal olarak kalacaktır.”