Hayvancılığın çevresel ayak izinin ölçülmesi

Sürdürülebilirliğin karmaşıklığı içinde yol alırken, sürdürülebilirliğin kökenlerini, gelişen tanımlarını ve farklı sektörlerdeki pratik sonuçlarını anlamak çok önemlidir. Bu makale, sürdürülebilirliğin çok yönlü doğasına, özellikle de hayvancılıktaki ekolojik uygulamalara odaklanmakta ve mevcut ihtiyaçlarla gelecek nesillerin ihtiyaçlarını nasıl dengeleyebileceğimize ışık tutmaktadır.

Franz Waxenecker
Hassas Hizmetler Kıdemli Direktörü
dsm-firmenich Animal Nutrition & Health

GÜNÜMÜZDE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Sürdürülebilirlik günümüzde her zaman gündemde. Ulusal demiryollarından gıda perakendeciliğine, otomotiv endüstrisinden tarıma kadar neredeyse her sektör bu konu hakkında konuşuyor. Sürdürülebilirlik bir trend, zamanın ruhu ve hatta bir yaşam tarzı haline geldi.

Bununla birlikte, sürdürülebilirlik konusu, görüşleri de kutuplaştırıyor. İklim değişikliğinden gerçekten kim sorumlu? Bir uçağa binerken ya da dana bonfile yerken her zaman suçluluk duymalı mıyız?

‘Sürdürülebilir’ terimi, ‘güzel’ veya ‘iyi’ gibi sıfatlarla benzer şekilde, genellikle öznel olarak algılanır. Bir şeyi sürdürülebilir olarak etiketlemek, olumlu çağrışımlar uyandırır ve bu nedenle pazarlamada sıklıkla kullanılır. Bu eğilim doğal olarak tarıma ve hayvansal kaynaklı gıdaların üretimine de uzanmaktadır. Küresel sera gazı emisyonlarına hayvancılığın gerçek katkısı konusunda tartışmalar sürerken tahminler de %10’un altı ile %30’un üstü arasında değişmektedir. Bazı yorumcular, (uzun mesafeli seyahatlerden kaçınmanın değil de) süt, yumurta ve etten kaçınmanın dünyayı kurtarabileceğini öne sürmektedir. Ancak tüm sektörler, küresel iklim çözümünün bir parçası olmalıdır.

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİN KÖKENİ VE EVRİMİ
‘Sürdürülebilirlik’ terimi ormancılık alanında ortaya çıkmış ve ilk kez 18. yüzyılda Alman ormancılık yetkilisi Hans Carl von Carlowitz tarafından kullanılmıştır. Carlowitz, 1713 tarihli Sylvicultura Oeconomica adlı eserinde, bir ormandan yalnızca yeniden dikim yoluyla tekrar büyüyebilecek kadar ağaç alınması gerektiğini belirtmiştir. Onun sürdürülebilirlik tanımı, daha geniş çevresel, ekonomik ve sosyal uygulamalara rehberlik etmek için ormancılığın ötesine uzanarak etkili olmaya devam etmektedir.

O zamandan bu yana sürdürülebilirlik kavramı evrim geçirmiştir. Artık gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğini tehlikeye atmadan, mevcut neslin ihtiyaçlarını karşılamayı kapsamaktadır. Bu kavramın çevresel, ekolojik, ekonomik ve sosyal olmak üzere çok sayıda yönü bulunmaktadır.

Sonuç olarak sürdürülebilirlik, mevcut neslin ihtiyaçlarını karşılarken, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayabilme kabiliyetini de riske atmamak anlamına gelmektedir.

HAYVANCILIKTA EKOLOJİK SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Hayvansal proteinlerin (yumurta, et, süt ve deniz ürünleri) ekolojik sürdürülebilirliğinin anlaşılması ve ölçülmesi, büyük ölçüde iyi tanımlanmış, bilime dayalı bir süreçtir.

Bu alandaki en tanınmış ve ilgili ölçüt Küresel Isınma Potansiyeli (GWP) ya da daha basit bir ifadeyle karbon ayak izidir. GWP, sadece karbondioksit değil, aynı zamanda metan, azot oksit ve florlu gazlar gibi diğer gazlar da dahil olmak üzere iklimle ilgili gazların salınımını ölçer ve her birini CO₂ eşdeğerlerine (CO₂eq) dönüştürür.

Kayıtların sağlıklı tutulduğu bir ülkede, karbon ayak izinin zaman içinde azaldığını belgelenmiş örneklerde görmek mümkündür. Genel CO₂eq emisyonlarının 1990’dan 2022’ye kadar %40 oranında düştüğü Almanya örneğini ele alalım. Alman tarım sektörü, söz konusu süre zarfında emisyonlarda %21’lik bir azalma sağlayabilmiştir.

Tarımsal emisyonlardaki azalma, esas olarak verimlilik ve üretkenlik iyileştirmeleri gibi ‘daha azıyla daha fazlasını yapma’ becerisinden kaynaklanmaktadır. Bu, bitkisel tarımdaki iyileştirmelerin yanı sıra hayvan yetiştiriciliği, beslemesi, sağlığı ve refahı alanlarındaki iyileştirmelerle, yani çiftlik içi optimizasyonlar yoluyla elde edilmiştir.

Daha iyi mahsul verimi ve optimize edilmiş gübre yönetimi ile tedarik zinciri de daha sıkılaşmıştır. Bu kaynak-verimli tarım, sadece gıda güvenliği için değil, aynı zamanda gıda ürünlerinin karbon ayak izinin azaltılması için de gereklidir. Bunun için sadece sektör çapında değerlendirmeler değil, aynı zamanda birincil verilere veya akıllı tarım teknolojisine dayalı çiftliğe ve sektöre özel analizler de gereklidir.

ÇİFTLİĞİNİZ NE KADAR SÜRDÜRÜLEBİLİR?
Çiftliğinizin CO₂ dengesini ve sürdürülebilirlik ölçütlerini hesaplamak, eninde sonunda bugünkü besin maddesi dengesini veya yem verimliliğini hesaplamak kadar rutin hale gelecektir. Çiftçiler, akıllı çiftlik yönetimi araçlarıyla önemli miktarda veriyi zaten ölçüyor ve yönetiyor.

Gıda değer zinciri boyunca sürdürülebilirlik verilerine yönelik artan talep, sürdürülebilirlik kriterleri için gıda işleyicileri ve perakendecilerden ve de Çevresel, Sosyal ve Yönetişim (ESG) kriterlerini kullanarak finansman faaliyetlerini değerlendirmek için bankacılık sektöründen gelmektedir.

GIDA ÜRETİMİNDE DOĞAL KARBON DÖNGÜSÜ
Gıda üretimi, doğal (‘yeşil’ olarak adlandırılan) bir karbon döngüsü barındırır. Basitçe ifade etmek gerekirse: tarım ve mera amaçlı üretimde, doğal olarak oluşan karbondioksit atmosferden uzaklaştırılır ve bitki biyokütlesine dönüştürülür. Bu biyokütle ya doğrudan insanlar tarafından tüketilir ya da çiftlik hayvanları tarafından et, süt ve yumurtaya dönüştürülür. Bu karbondioksit atmosfere geri salınarak döngü devam eder.

Yeşil ve siyah karbon döngüsü

Ancak, bu döngüyü sürdürmek için genellikle doğal döngüden kaynaklanmayan ve sera gazlarında atmosferik bir artışa yol açan ilave (‘siyah’ olarak adlandırılan) karbondioksit yayan fosil yakıtlara güveniyoruz. Bu emisyonlar makinelerin çalıştırılması, gübre üretimi, soğutma, nakliye ve perakendeden kaynaklanmaktadır. Gıdanın karbon ayak izi, sadece ‘siyah’ karbonu içerirken, ‘yeşil’ karbondioksit iklim değişikliğine katkıda bulunmaz.

KARBON EMİSYONLARININ BİLEŞENLERİ
‘Siyah’ karbondioksit çeşitli kaynaklardan gelmektedir:
• Fosil emisyonları: Bunlar hem doğrudan çiftlikte hem de makine ve girdilerin (örneğin gübre) üretiminde kullanılan dizel, benzin, doğal gaz ve petrol tüketiminden kaynaklanır. Süt ve sığır eti üretiminde bu, toplam emisyonların %30 ila %50’sini oluşturabilir.

Biyojenik emisyonlar: Bunlar, enterik fermantasyon ve gübre depolama ve uygulamasından kaynaklanan metan ve azot oksit gibi iklimle ilgili diğer gazları içerir. Bu gazlar CO₂’den daha fazla ısıyı hapseder, ancak CO₂’nin yüzyıllık ömrüne kıyasla yaklaşık on yıl içinde atmosferden kaybolur. Süt ve sığır eti üretiminde, biyojenik emisyonlar toplam emisyonların %20 ila %40’ını oluşturur ve bunun başlıca nedeni hayvanın rumenindeki doğal fermantasyondan kaynaklanan metandır. Metan üretimi, rumen mikroflorası tarafından metan üretimini engelleyen 3-NOP Bovaer® gibi rumen-aktif yem katkı maddeleri kullanılarak önemli ölçüde azaltılabilir.

Arazi kullanım değişikliği emisyonları (LUC): Bunlar, kalıcı otlakların ve yağmur ormanlarının ekim alanlarına dönüştürülmesinden kaynaklanan karbondioksit emisyonlarını ifade etmektedir. Yem içeriğindeki ham maddelere bağlı olarak, bu emisyonlar süt ve sığır eti üretiminde %5 ila %10’luk bir paya sahipken, ormansızlaştırılmış arazilerde yetiştirilen soya küspesi gibi protein kaynakları nedeniyle kanatlı ve domuz eti üretiminde %30’un üzerine çıkabilmektedir. Avrupa’da ekim amaçlı arazi dönüşümü yüzyıllar önce gerçekleşmiştir, bu nedenle Avrupa menşeli yemler genellikle düşük arazi kullanım değişikliği emisyonlarına sahiptir.

TEKNOLOJİ İLE BASİTLEŞTİRİLMİŞ EMİSYON HESAPLAMALARI
Hayvansal protein üretiminin karbon ayak izinin hesaplanması, bir kilogram süt veya canlı ağırlık başına ‘siyah’ karbondioksit miktarını belirlemek için enerji, yem ve girdi tüketiminin değerlendirilmesini içerir. Bir zamanlar çok zaman alan ve maliyetli olan bu süreç, dsm-firmenich’in Sustell™ gibi çevrimiçi dijital çevresel ayak izi platformları sayesinde önemli ölçüde basitleştirilmiş ve hızlandırılmıştır. Bu programlar aynı zamanda bu alandaki çeşitli norm ve standartlara (ISO 14044, EU-PEFCR, FAO-LEAP) uyulmasına da yardımcı olmaktadır.

SUSTELL™ – KOLAY VE HASSAS ÇEVRESEL AYAK İZİ
Yemle ilgili emisyonlar, hayvancılıktaki tüm türlerde CO₂ emisyonlarının birincil kaynağıdır ve et, yumurta, süt ve çiftlik kaynaklı deniz ürünlerinin çevresel ayak izinin %50 ila %80’ine katkıda bulunur. Bu nedenle, daha iyi yem hijyeni ve daha iyi rumen ve bağırsak sağlığı yoluyla yem verimliliğini artırmak CO₂ dengesini de iyileştirebilir.

Modern girdilerden vazgeçmek yerine, hayvan yeminde modern üretim yöntemlerini kullanmak ve kaynak açısından verimli ve konuma göre uyarlanmış bir yaklaşım benimsemek, hayvancılıktan kaynaklanan emisyonların azaltılmasına yardımcı olabilir. Günümüzün sürdürülebilirlik kavramı, 90’ların “Jute-statt-Plastik” (Plastik yerine Jüt) hareketinden çok uzaktır ve modern, havalı ve gerçeklere dayalı bir alan haline gelmiştir.

HAYVANCILIĞIN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEKİ ROLÜ
Bireylerin küresel ısınmaya insan katkısı konusundaki görüşleri farklılık gösterebilir. Ancak günümüzün ekonomik dünyasında, gıda da dahil olmak üzere pek çok şey, çevresel etkileri açısından değerlendirilmekte, ölçülmekte ve değer kazanmaktadır – ki bu da bir bireyin sera gazı ayak izinin %30’a varan kısmının tüketilen gıdalarla ilişkili olduğu düşünüldüğünde anlaşılabilir bir durumdur. Hayvansal protein üretimi ve hayvansal gıdalar, küresel ısınmaya önemli ölçüde katkıda bulundukları için sıklıkla eleştirilmektedir. Bu ayak izinin bir kısmı hayvansal proteinlerle ilişkilidir, ancak hayvansal gıdaların genellikle kamu söyleminde yaygın olarak algılanandan çok daha iyi bir çevresel profile sahip olduğu ve döngüsel bir ekonomide önemli, hayati bir rol oynadığı da unutulmamalıdır.

Bu nedenle hayvancılık sektörünün ve her çiftliğin, iletişim ve bu konuda liderlik konusunda proaktif bir duruş sergilemek için sağlam bir bilgi ve veri temeli oluşturması çok önemli bir husustur.